Biz mi bir şeyler bekliyoruz hayattan? Yoksa hayat mı bizden bir şeyler
bekliyor?
Egomuz, benliğimiz bedenimizden ayırdıklarımız ebedimi gerçekten, yoksa zihnimizin
uçsuz bucaksız denizinde hırsımızı, öfkemizi, beklentilerimizi, acılarımızı,
mutluluğumuzu biz mi var ediyoruz bize ait denizin en bengi yerinde.
Hayat için gerekenleri biz sıralıyoruz değil mi ardı ardına, sonra
olmazlarımız oluyor ve duygusal depremlere uğrayıp, egomuzla düello yapar hale
geliyoruz…
Sanırım biz insanlar kendi ID’lerimizi kendimiz kodluyoruz sonra hayatla
inatlaşarak muzaffer bir zafer bekliyoruz. Ve sonra kaybedince savaşta
yaralıların yaralarını sarmaya çalışıyoruz, bu arada kendimizden bir parçayı
daha kaybettiklerimizin listesine alıyoruz…
Neden hayatla
müzakere yapıp var olanı yaşamak için çabalamıyoruz…
Kayıplardan önce insanın birçok nedenlere cevapları hazırken,
yitirdiklerinin listesi kabardıkça cevapların yerini sorular almaya başlar.
Beklentiler eğer ki sonunda mutluluğa ulaşmazsa…
“Yaşananların
ne anlamı var” sorusu ilk oluşan sorudur zihnimizde.
Yaşananlarla beraber bu sorular uzar gider tıpkı ardımızda bıraktığımız
beklentiler gibi.
Ve en sonunda o sorulardan oluşan iç dünyamızın prensi yada prensesi
oluruz. Elimizdeki o sihirli değneği birilerine değdirerek “Günah Keçisi ”ilan
ederiz…