İçimiz de telaşımız, sancımız var. Bazen hikaye yaşayanı tüketir…
İnsan aklıyla yanılır, kalbi ile anlar ve başladığı ya da bıraktığı yere
döner…
Her hikaye farklı gözlerle görülen hayatın, farklı kalemlerden yazılışı demektir.
İnsan hikayesine yaşar… Gökler ise hikayenden
ne öğrendiğine bakar! Ve öğrenemediğimiz her ders, bizim zor dediğimiz
zamanlarda önümüze çıkar. Ancak hiç bir hikaye okunduğu gibi değildir! Hepimiz,
hikayemizde yazanın ne yazdığını merak ediyoruz... Aslında insanın hikayesini sorgulamasına gerek yoktur. Zira hikayesi
var’lığı ile kaimdir.
Yaşananlar bazen yazılandan büyük gelir
ademoğluna.
Lâl cümleden cümleye değil gönülden gönüle konuşmaktır. Zor zamanlarda gibiyim, çıkmazın en
derininde. Anılar,
vücuda nüfus etmiş kalbe işleyen hatıralar.
”Sonsuza götüren bir denizin kıyısına
varmıştım. O zaman anladım ki, susmak bir cüsse işi… derin denizlerin işi. Sığ
suları en hafif rüzgârlar bile coşturabiliyor. Derin denizleri ise ancak derin
sevdalar.. .Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor. Anladım ki susan
her şey derin ve heybetli. Bazen, uzaklaşmak gerekir yakınlaşmak için… Bazen,
hatırlamak gerekir hatırlanmak için… Bazen, ağlamak gerekir açılmak için…
Bazen, anmak gerekir anılmak için… Bazen de susmak gerekir duymak için.”
İnsan,
her şeyi bir bedel karşılığında elde eder…
Bazen kaybederek, vazgeçerek, geri durarak
kazanır, bazen de kazanmak için yaptıklarımızla kendimizi ve değer verdiğimiz
şeyleri kaybederiz. Hiç bir kazanç sonsuza dek kalıcı, hiç bir zafer sürekli,
hiç bir kayıp mutlak değildir.
Kaybolacağım diye korkarken,
ait olduğumuz yeri buluruz. Sarılıp sarmalanmanın ne olduğunu hatırlar
kalbimiz.