Yol geçmeyen dağların ardında dedemin tabiri ile Allah’ın bile unuttuğu
bir mezranın sessizliğinde birkaç asırlık hikâyenin son cümleleriydik biz. Bir avuç dolusu çocuk, daha çocuktuk
tellerden düzmece arabalarımız vardı yarınımız gibi ellerimize iliştirilen. Hiç
olmazlarımız yoktu çünkü olurlarımızı bilmeden de olsa razı olmuştuk daha
çocuktuk…
Sitemli bir o kadar derme çatma dünyamız vardı her an her vakit
yıkılabilirdi üstümüze o bir avuç çocuğun dünyasıydık biz. Biz bizdik
korkularımız yoktu sonu olmayan kaygılarımız yoktu bir şişe gazoz dünyalara
bedeldi bir yudum gazoz içer gözlerimizi kapatır düşlerdik kocaman hallerimizi
ibo öğretmen olurdu, Ayşe hemşire, Mehmet hâkim bir bir büyütürdük düşlerimizde
kendimizi biz daha çocuktuk.
Uzak bir mezranın uzaktan çocuklarıydık biz, gazoz ne kadar yakındıysa
bize hayallerimiz bir o kadar uzak düştü sanki büyüdükçe. Yavaşça büyüyorduk
mezrada kendimizce usulca büyü sekte biz daha çocuktuk.Evvel zamanda salçalı ekmek kokardı, ellerimiz geceleri yıldızları sayardık, mezranın yanında yaprak yarıştırırdık akan suda, bazen Nazif'e teyzenin evini saran koca duvarına işerdik. Şimdi ellerimiz hayatının o acımasız gerçekleri kokuyor, yıldızlar yerine acılarımızı sayıyoruz, yaprakların yerini yaralar ve gözyaşlarımız aldı, işediğimiz duvarı etrafımıza örüleceğini kimse söylemedi ki bize biz daha çocuktuk.
Oysa Şimdi…
Bir gazoz değil
onlarca, yüzlerce alabiliriz ama mutlu değiliz.
Sanırım bizi mutlu eden gazozu içen çocuk
değiliz.
0 yorum:
Yorum Gönder